
Nasıl tanıştığımızı hatırlamıyorum, o zamanlar benim için önemli değildin ki. Sonradan da seni neyin o kadar önemli yaptığını anlayabilseydim eğer o kadar sevemezdim zaten. Söyledim ya dipteydim. Işığına aldanıp yüzeye çıkmaya çalıştıkça nefesimin yetmeyecegini bilmiyordum henüz ve çırpındıkça kaçınılmaz ölümüme daha da yaklaşıyordum.
Senden çok daha fazla hak edenlerin olmasına rağmen o şatafatlı, pahalı ve parıltılı oyuncağa sahip olmanın gururu gözlerinden okunuyordu her gülümseyişinde. Tabii sevip sevmediğine karar veremediğin bu oyuncağı kırıp paramparça etmeden anlayamazdın sevip sevmediğini. Üstelik kırıldıktan sonra parçaların eskisi gibi birleşmeyeceğini de bilmiyordun ama öğrendin.
Beni sevmediğini saklamamaya başladığın ilk an bakışlarımı senden kaçırırken televizyonda bir ameliyat masası ilişmişti gözüme ve hiç ameliyat olmamış olmama rağmen ameliyat masasının soğuğunu hissettim iliklerime kadar. İşte midemin bulantısıyla televizyonu kapatmayı akıl edebilmem de o ana denk geliyor ve yeşilden nefret etmeye başlamam ve senin tüm olanları anlayamaman. Senden nefret etmeyi başaramıyormuşum demek ki o günlerde, tuhaf.
Bilmiyorum hiç tattın mı kaybetme korkusunu, ilaç kokan bekleme salonunda sıranı beklersin ya işte öyle bir bekleyiş. Başka şeyler düşünmeye çalıştıkça daha da ağırlaşan koku, baş dönmesi, uğultu ve çevrende biriken insanların ayırt edilemeyen yüzleri. Beni sevdiğini söylediğin ilk günden beri beni terk edeceğin günü bekledim işte. Adımı söyledikten sonraki her suskunluğunun ardından hep aynı korku git gide büyüyen. Lütfen şimdi bana "bitti" deme, çünkü ben bu korkuyla yaşamaya çok alıştım.
Beynim ve vücudum aynı anda çalışıyor olsaydı sen kapıyı yüzüme çarpmadan önce sigaramdan bir nefes daha çekmek yerine "gitme" diyebilirdim. Sonuçta ne sana söz geçirebildim ve vücuduma. Sadece "gitme" demeyi düşündüm ama konuşmak o kadar yorucu geliyordu ki düşünüyor ama uygulamaya geçemiyordum. Ben de kendimi cezalandırdım ve bi nefes daha çektim içime, gözlerim yandı ama ağlamadım. Acaba ağlasaydım içimde biriken zehir akar mıydı? Belki o zaman içimde sadece senli günlerin tortusu kalırdı ki boğazımı kestiğimde de dibe çökmüş senli günlerden de kurtulurdum. Evet, ağlamalıydım.
Rüyamda yüksek bir yerden düşüyorum. Rüya olduğunu biliyorum ama yine de korkuyorum çünkü uyanamıyorum. Vücudum beton gibi suya çarpıyor, batıyorum. Gerçekten düştüysem parçalanmış olmalıyım. Hem parçalanmadıysam bile saçlarımdan tut -son kez dokun işte sevmesen de-, ölsem bile beni öldürmeye devam et, taş doldur ceplerime. Hayatındaki en kötü "şey"im ben, öldüğümden emin ol ki günün birinde ben de seni başka bir rüyadan uyandırmayayım. Bu senden son isteğim, öldür beni son kez
Kıyının suyu, suyun kıyı sevmesi kadar, kıyısı olan bütün suları sen bilecek kadar, müziğin içinde eriyip sana gelecek kadar ve senin müzik olup içime dolman kadar sevdim seni.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder